29 Haziran 2008 Pazar

Matmazel Noraliya'nın Koltuğu


Peyami SAFA:1899’da İstanbul’da doğdu, 15 Haziran 1961’de İstanbul’da yaşamını yitirdi.Bu kadarını yazıyım yeter.

Çünkü yazarın hayatını yazmam için anlamam gerekiyor ve ben anlamadım.

Enterasal üslubuyla dile gelmiş kalemleri,kahraman hep o iken kendisini arkaya atmış birisi.Tıpkı Matmazel Noraliya'nın Koltuğu gibi;

40'lı yıllarda başarısız bir tıp öğrencisi iken bir süre sonra aynı başarısızlığı ile felsefe öğrencisi olan Ferit sürekli halisünasyona benzer hayaller görür.Teyzesi ile yaşadığı bazı hüsimeterden sonra bir pansiyona yerleşen Ferit'in bu rahatsızlığı artış gösterir.Bu hastalığın hayal ve bilinç altında öte olduğunu düşünsede pozivist bakışı onu tamamen engelliyodu.Ferit kardeşi Nülifer'in verem hastalığı sebebiyle Ada'ya taşınırlar.Bir sene önce ölmüş Matmazel Noraliya adında bir hanımın evini kiralarlar.Rahatsızlık burda da devam etmektedir.Fakat hastalık farklı bir boyut almış Ferit hayal alemin ona huzur verdiğini düşünmeye başlamıştır.Matmazel'in koltuğuna oturduğunda manevi bir güzelliğe dalıp ve güç ile dolduğunu müsbet yönde değiştiğini farkeder.Ve vurgunduymaz sersem hayatına yön,çeki düzen vermeye karar verir.Bu arada kavgalı olduğu teyzesi ilginç bir cinayete kurban gidince Ferit'e yüklü miktarda miras kalır.Ferit bu parayla hem yuva kurar hem de yakınlarına yardımcı olur...

27 Haziran 2008 Cuma

Batının Soykırım Geleneği


Aslında bu konuda örnek almamız gerek onları:Gerçekleri öyle güzel saklıyolar ki yani kötü olan gerçekleri insanlar ve tarih onları sütten çıkmış akkaşık zannediyorlar.

Bunu çok güzel dile getirmiş Mesut Karaşan.

Mesut Karaşan:İ.Ü Edebiyat Fakültesi mezunu kendini tarihe vermiş çeşitli dergilerde ve gazatelerde yazıları var. Sohbet pınarı alt başlığı ile röportajdan alınma yazı dizisi gerçekleri gün yüzüne çıkarıcak kadar açık.

Yazara göre İnsan ayrımcılığı başlangıcı Aristo zamanından gelmiş olduğunu savunuyor.Batının böyle batı olmasının en büyük sebebi Roma diyor.Karşılıklı isteklerin olduğu Roma'da insanlar kendileri orda bulmuş ve ilk inanılmaz hareketlerine başlamışlar,mesela:

Cadı avı diye birşey yapıyorlar eğer kim kilisede İncil okunurken esnerse;içinde şeytan olduğuna,şeytanın İncil'den dolayı kaçmak istediğine inanılır ve o kişi derhal yakılırmış.Bu sadece bir tanesi size hiç ilk haçlı seferinde öncü kuvvetleri 1096 tarihinde İstanbul önlerine getirilince haydutluğa kalkışan Haçlılar,İznik'e gelince çocukları parçalıyor ve ya kazığa geçirirerek ateşte kızartmalarında,müslüman şehitlerin cesetlerini doğrayıp etlerini kızardıp yemelerinden bahsetmiyorum bile.Bu olaylar pek inandırıcı gelmesede Las CASAS kitabında da bu anlatılmıştır.Bunun açıklamısıda şu:Biz onları kazıklara bağlayıp yakıyoruz ki cehennemin azabını görsünler ki son anda mümin olup cehennemden kurtulsunlar diye.

Böyle zihiniyetlerde yetişen insanların yaptığı son şeyi yazıyorum ve yorumsuz bitiriyorum:

...kurbanların etlerini parçalanıyor,tanınmıyacak hale getiriliyor.Çocukları ağaçlarda çarmıha geriyorlar.Kafalarını kesip koparılmış,eşek cesedine raptedilimiş,yine insan ve köpek başları yer değiştirmiş.Hamile kadından çıkarılan cenin,ayrıca parçalanmış.Yani anlatılması,tarifi zor vahşet örnekleri yaşanmış 1990'lar boyunca Cezayirde

23 Mart 2008 Pazar

ATEŞİ KIVILCIMKEN SÖNDÜRMELİ


Büyük yaraların acısıda büyük olur,yara bandıda;Sivilceyi kaşıma yara yaparsın derler. Çünkü Sivilce can acıtır birde aksine kaşınır ki meret sormayın!Sonra o sivilce boyutunu aşar ve sanki serbest bırakılmış kanarya gibi salar kendini insanın bedenine......

Her insanın farklı düşüncelere,fikirlere sahip olduğunu anlatamadı Tolstoy.Kendisini ararken çevresini muhteşem gözlemleyen yazar,adeta bu kitabında döktürmüş.

Ateşi kıvılcımken söndürmeli yoksa o tutulmaz bir yangın olur ve içinde sende yanarsın.Bu ateşte yananları örnekleriyle anlatmış kitabında da.Yanan bedenleri aslında kokusu gelmeyen ruhları anlatmış.Korkmuş kalbleri öfkeli gözlerin sonlarını....

Evet o Dünya'ya anlatmış ama Dünya onu anlamamış en yakınında olan karısı bile buna dahil.82 Yaşında olmasına rahmen evden kaçmış çocuk gibi ve 2 sene sonra cesedi küçücük bir tren istasyonunda bulunmuş.
Dünya klasiklerinin içinde kitabı olan,kitapları 20 milyondan fazla satmış olan,Shakespeare'den sonra en çok kitabı çevrilen yazarın sonuna yakışır bir son mu bu???

6 Mart 2008 Perşembe


Çocukluğumuzun vazgeçilmezidir masal;kimimiz dedesinden,kimimiz ninesinden ,annesinden ya da masalın sayesinde ton ton olan bir amcadan dinlemiştir.Bazen susmamız, yaramazlık yapmamamız, uyumamız için ya da uyutmak için anlatmışlardır onlarda.Bizde hep kahramanları kafamızda canlandırır iyinin kazanmasını beklerdik uyumak için.
Bize neden çocuk dediklerini şimdi anlıyorum,meğerse masalların içinde ne gerçekler varmışta haberimiz yokmuş.Yüz yıllar önce yazılan şeyler sanki son dakika gibi insanın beyninde ne fırtınalar estiriyormuş.
Hani elleri öpülesi büyüklerimiz büyüde anlarsın derler ya gerçektende öyle.Çocukluktan çıkınca anlıyorsun masalı da,gerçeği de,hayatı da .Ama bence bu masalları ilk emziksiz bebeklerin okuması gerekiyor;Çünkü büyük öğütler ve ders alıcağımız çok şey var.
Yapılan yanlışları sert dilde anlatsanda,tam tersini uygulansanda anlamayan bizler belki burdan anlarız.Masal diyip geçmeyin ne olur,okuyun sizde anlıcaksınız,emin olun 3 büyük televizyonun ana haber spikerlerinden daha yaşlı olmalarına rağmen onlardan daha güncel olduklarını gözlerinizle görüceğinize ben kefilim.

20 Şubat 2008 Çarşamba

YARİM HAZİRAN


Haziranda doğmak yarıcaklıktır.Haziran doğumlular yazı dört gözle bekler , güneşle parıldar gözleri.çünkü güneşli havada açmışlardır gözlerini fanii dünya ya.Güneşi gördüler mi deymeyin keyiflerine.
6 onların uğurlu sayıları,6. ayın ayrı bir yeri vardır onlarda kimsenin sevmediği ikizler burcuna sahip olmanın artısını da eksisinide gururla yazmış haziran doğumlu Can DÜNDAR.
İçinde birbirinden ayıklanmış muteşem yazılar var bu kitapta.Farklılığını ortaya koymuş C.DÜNDAR kendince bir klasik olusturmuş, hatta söylediğine göre göz bebeği yani klasiği olmuş YARİM HAZİRAN.Sözcükler kağıda bu kadar yakışır ancak.

İnanmadan din adamı olarak kalamazsınız;sevmeden aşık rolü oynayamaz;cesaretsiz savaşamazsınız;beyninizdebir urla beyinlere deva,kalbinizde kanayan bir yarayla kalplere şifa taşıyamazsınız….

Her nedense sağken yerden yere vurduğumuz birinin ölüsünü eleştirmeyi kendimize yakıştıramıyoruz.Ya da sevdiğimizi birini övmek için ölsün diye gözünün içine bakıyoruz.Vakit gelince de ‘Merhumu nasıl bilirdiniz?’ sorusu eşliğinde,bütün eski hataları affedilip ‘çok iyidi’ diye ahlayıp vahlıyoruz.

Aşıklara,bahara,Ay’a,hatta martılara bile kafa tutmuş kaleminde ben çok sevdim ve beğendim nede olsa 6. aylıyım.

28 Ocak 2008 Pazartesi


Çelebi Sultan'ın torunu,II.Murat'ın oğlu:II.Mehmet.

Dünya'nın bildiği isimle FATİH Sultan Mehmed o.

Fatih'lerin yürüşü bile başkadır.Evet başkaymış gerçekten;12 yaşında tahta çıkıp daha sonra babasına akıl dolu mektubuyla Osmanlı Devletinin yara almasını engeleyen...,18 yaşında tahta oturup 1 yıl sonra Peygamber müjdesine eren komutan...,Fetih'i ile çağ atlatan,...İstanbul'un Rönesans sahibi...,gemileri karadan yürüten..,Osmanlı Devleti'ni yeniden yapılandıran sanki o değilmiş gibi yürüyormuş Sultan Mehmet.Mübarek hocasının (Akşemsettin) önünde ayakları titreyen,koltuğunda aslan kesilen bir hükümdarmış kendisi..

Farklıymış evet; iyi yetişmiş ve yetiştirilmiş:

Homeros'un İlyada adlı destanını,öbür elinde Gazali'nin Tehafütü'l-Felasiye adlı ateşli polemiğini okuyan da.Yunanca ve Latince öğrenmeye çalışan da,Arapça ve Farsça bilende o.Biliyosunuz ki,Nakkaş Sinan'ın yaptığı ünlü potrede gördüğümüz ''gül'' tutan Fatih,öbür elinde Müslümanların ''Batlamyus''diyerek.Müslümanlaştıkları bir başka Doğulu alim-hükümarların,Ptolemais'un Geographica'sını tutuyordu.

Herşeyi araştırmış ve merak etmiş;karaların ve denizlerin Sultanı olmanın kolay olmadığı bilip gök biliminide araştırmış tarihide.Ülkesine ve milletine böyle olursa yarar sağlayacağını bilmiş.

Fatih Sultan Mehmet doğulu mu yoksa batı mı? diye soranlara,30 sene nasıl tahta kaldığını merak edenlere?19 yaşında olmasına rahmen Dünya'nın göz diktiği şehri alıp bize nasıl armağan ettiğini hayretle bakıp soranlara cevabıdır SULTAN'ın bu yaptıkları.

Sonra kendimize dönelim ve soralım,dürüst olalım kaçını okuduk bunların ya da bir tanesini okuduk mu diye?

14 Ocak 2008 Pazartesi

Dinler


Adem(a.s)'dan beri tek yaratıcıya bizler inanıyoruz ama Habil ve Kabil'den başlayarak insanlar farklılık göstermişler ve hep kendilerinin manevi boşluklarını doldurucak birşey aramışlar.Kimi zaman Güneş'e Yağmur'a, heykele,kendi yaptıkları putlara kimi zamanda peygamberlerle gönderilen kitaplara inanmış ve tapmışlardır.Adem(a.s)'dan sonraki dinleri elle almaya çalışan bu eser İslamiyet'inde dışa dönük tarafını göstermektedir.Yazar;Evrensel ve diğer dinleri tek çerceve içine alıp hepsinden biraz bilgi vermeye çalışmış.Bütün dinlerden kısa kısa bahsedildiği için eksik bilgiler içermesine rağmen,dinler arası medeniyyettin öneminede kitapta tabir-i caizse üzerine basılmış.Kitapta sonradan varoluşcu fransız bir filozofu olduğunu ögrendiğim Gabriel Marcel sölediği yani dikkatimi çeken bir sözünü paylaşmak istiyorum...
...Allah'ın öldüğünü ilan eden sahte peygamberlerin kendileri öldü.Allah,Allah olduğu için ölmez.Onun imgesinde ve ona benzer yaratılan insan Ona dinin aracılığıyla bağlanır.İnsan,bu bağla birlikte,Allah ile ölümün ötesine gizemli bir biçimde yaşabileceğini teyit eder.^^Gizem olmasa,hayat solunamaz hale gelirdi^^;''Seni seviyorum demek,sen ölmeyeceksin demektir.(Gabriel Marcel)